13 Ağustos 2008 Çarşamba

Arthur Rimbaud: İlluminations - 5

KENT

BİR ölümlüyüm ben ve büyüyen gelişen yeni bir başkentin de pek yakınmayan bir vatandaşıyım; çünkü kentin planının olduğu kadar evlerinin döşenmesi ve dış görünüşü de bilinen beğeniden sıyrıldı. Burada hiç bir anıtta aşırı bir bağlılığın izlerini bulamazsınız. En sonunda, ahlâk ve dil en yalın anlatımını buldu. Birbirlerini tanımak gereğini duymayan bu milyonlarca insan, ki anlamsız, bir istatistiğin ortaya koyduğu gibi anakarada yaşayan öbür insanlardan çok daha az uzun ömürlü olmamalı, eğitimi, zanaatı ve ihtiyarlığı hep ayni düzeyde sürdürüyor. Nitekim, ben penceremden, kömürün sık ve sonsuz dumanları arasında yuvarlanan yeni tayfları - o ormanlarımızın gölgesi, bizim o yaz gecemiz! - ve benim yurdum, olanca yüreğim demek olan küçük kır evinin önündeki yeni Erinnyes'leri * görüyorum; hem madem burada her şey, - o canlı kızım z ve halayığımız gözü yaşsız Ölüm'e, umutsuz bir Aşk'a ve sokağın çamurlarında cıvıldayan güzelim Suç'a benziyor.



(*) Öç tanrıçaları


TEKERLEK İZLERİ

SAĞDA, yaz şafağı yaprakları, buğuları ve parkın bir köşesindeki gürültüleri ayaklandırıyor; soldaki bayırlar mor gölgelerinde, nemli yolun o binlerce hızlı tekerlek izlerini saklıyorlar. Perili gösteri. Aslında: altın yaldızlı tahta hayvanlar yüklü arabalar, direkler, alacalı bulacalı perdeler, dört nala kalkmış yirmi cambazhane atı, ve adamakıllı şaşkın hayvanlara binmiş çocuklar, adamlar; - kentsi bir çoban tragedyası için süslü püslü giydirilmiş çocuklarla dolu eski ya da o masalsı faytonlar gibi bir ucu iplerle bağlanmış bayraklar, çiçeklerle süslenmiş yirmi taşıt; - hatta kocaman, mavi, kara, tırısa kalkmış kısraklara benzeyen gece taklan altında fildişi sorguçlarını dikmiş tabutlar.

KENTLER

KENTLER bunlar! Bu Alleghany'ler, bu düşsü Lübnan'lar bir ulus için yükseldi! Billur ve ahşap dağ evleri görünmeyen raylar, makaralar üstünde gidip geliyor. Tatlı tatlı gürlüyor ateşler içinde heykeller, bakır palmiyelerle çevrili o eski yanardağ ağızları. Dağ evlerinin ötelerinde asılı kanallarda sevi şenlikleri duyuluyor. Boğazlarda av çanları haykırıyor. Dev şarkıcı kumpanyaları dorukların ışıkları gibi pırıl pırıl esvapları, sancaklarıyla koşuyorlar. Uçurumların ortasına uzanan taraçalarda Rolan'lar yiğitliklerini çınlatıyorlar. Uçurumların o kaptan köprüleriyle, hanların o çatıları üstündeki göğün sıcaklığı direkleri bayraklarla donatıyor. Çığlar arasında, meleksi o yarı hayvan yarı dişi yaratıkları dönüştüğü yüksekliklere tanrılaştırmaların yıkılışı uzanıyor. En yüksek tepelerin çizgileri üstünde, çalgılı donanmalarla, incilerin gürültüsü ve alımlı borularla yüklü bir deniz, Venüs'ün ölümsüz doğuşuyla karışıyor, - kimi zaman da ölümcül parıltılarla kararıyor o deniz. Silahlarımız ve taslarımız gibi büyük çiçek harmanları böğürüyor yamaçlarda. Kızıl, beyaz giysili periler alaylar halinde hendeklerden çıkıyorlar. Yukarılarda ayakları çağlayanlar, böğürtlenler arasındaki geyikler Diana'nın memelerini emiyor. Dış mahallelerin Bakkha'ları hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar ve ay tutuşup, uluyor. Demircilerin, keşişlerin mağaralarına giriyor Venüs. Kümeyle çan kuleleri halkların ülkülerinin türküsünü yakıyorlar. Kemikten yapılmış şatolardan bilinmeyen bir musiki duyuluyor. Gelişiyor bütün efsaneler ve kasabalara Ren geyikleri saldırıyor. Fırtınalar cenneti yıkılıveriyor. Danslarla geçiriyorlar vahşiler gece şenliğini. Ve bir saat için ben de kaynaşan o Bağdat bulvarlarından birine indim, ağır bir meltem esiyor, yığınlar yeni işin sevincini söylüyorlar. Kişinin kendisini aralarında buluvereceği tepelerin o masalsı görüntülerinden kurtulamadan bir aşağı bir yukarı dolaşıyorum

Uykularımın, en küçük devinimlerinin çıkıp geldiği o bölgeyi hangi iyi kollar, hangi güzelim saatler bana yeniden geri verecek?


SERSERİLER

ZAVALLI kardeş! Ne dayanılmaz uyanık geceler borçluyum ona! «Aşkla şevkle girişmiş değildim bu işe. Güçsüzlüğüyle oynuyordum. Sürgüne, köleliğe dönüşümüz benim yüzümden oldu.» Bana garip bir bahtsızlık ve çok gülünç bir suçluluk yüklüyor, sonra da kuşkulu nedenler katıyordu.

Bu şeytansı doktora sırıtarak karşılık veriyordum ben, ve sonunda da kalkıp pencereye gidiyordum. Ender çalgıcılarla geçilen kırın ötesinde, gelecekteki parlak gecenin görüntülerini yaratıyordum
.
Sağlıkla belli belirsiz ilgili olan bu eğlenceden sonra, bir ot mindere uzanıyordum. Ve, hemen hemen her gece, ben uyur uyumaz, zavallı kardeşim ağzı çürük, gözleri dışarıya fırlamış - kendini böyle kuruyordu! - kalkar, o alık acı düşünü uluyarak beni salona sürürdü.

Gerçekten, aklımın bütün içtenliğiyle onu Güneşin oğlu ilkel haline sokmayı üzerime almıştım, - ve böylece ben yeri ve formülü bulmak için acele eder, mağaraların şarabı ve yolun peksimetiyle karnımızı doyurarak dolaşıyorduk.

KENTLER

RESMİ AKROPOL çağdaş barbarlık anlayışlarının en büyüklerinin ötesindedir. Ne o hiç değişmeyen kül rengi göğün meydana getirdiği gün, ne yapıların imparatorsu parıltısı, ne de toprağın o ölümsüz karı imkanı yok anlatılamaz. Eski yapı sanatının bütün tansıklıkları şaşılacak kadar aşırı bir beğeniyle yeniden ele alınmış. Hampton -Court'dan yirmi kat daha geniş yerlerde açılmış resim sergilerinde bulundum. Ne resimler! Norveçli bir Nabuchodonosor bakanlıkların merdivenlerini yaptırdı; görebildiğim kadar küçük işyarlar Brahmalardan bin kat daha kurumlu, ve dev yontuların bekçileriyle, yapıların subaylarının görünüşü titretti beni. Kapalı bahçeli, avlulu, taraçalı yapılar, çan kulelerini ortadan kaldırdılar. Parklar görkemli bir sanatın elinden çıkmış ilkel doğayı canlandırıyorlar. Yukarı mahallenin öyle yerleri var ki anlatılamaz: o gemisiz denizin bir kolu, koca koca sokak fenerleriyle yüklü körfezlerin arasında doludan mavi örtüsünü yuvarlayıp duruyor. Kısa bir köprü hemen Sainte - Chapelle'in kubbesi altındaki kalenin gizli bir kapısına çıkıyor. Bu kubbe, çapı on beş bin ayak kadar, güzel çelikten bir iskelettir.

Pazar yerlerini, orta direkleri çeviren küçük bakır köprülerin, çatıların, merdivenlerin bazı noktalarından kentin derinliğini kestirebileceğimi sandım. Bu benim anlayamadığım olağanüstü bir şey: Akropol'un altındaki ya da üstündeki öbür mahallelerin düzeyleri nedir? Çağımızın bir yabancısı için bunu kavramak imkansızdır. Ticaret mahallesi kemerli galerileriyle tek biçimli bir çevredir. Dükkânlar gözükmüyor, ama şosenin karı ezilmiş; Londra'da pek az görülen pazar sabahı dolaşmaya çıkan kimi insanlar gibi, bazı Hint prensIeri elmastan bir arabaya doğru yürüyorlar. Kırmızı birkaç kadifeden sedir: fiyatları sekiz yüz rupyeden, sekiz bin rupyeye değişen kutup içkilerini, içmeğe yarıyor. Alanın bu yakasında tiyatrolar aramak düşüncesiyle (dolaşırken), kendi kendime bu dükkanların oldukça karanlık dramları olmalı diyorum. Bir polisin olabileceğini düşünüyorum; ama burada yasalar öylesine garip olmalı ki, serserileri hakkında bir fikir edinmekten vazgeçiyorum. Paris'in güzel bir sokağı gibi hoş olan dışmahalle pırıl pırıl; halkçı öğe birkaç yüz kişiyi bulur. Orada hâlâ, evler birbirini kovalamıyor; dış mahalle, kırda tuhaf bir şekilde kayboluyor, sonsuz batının ormanlarını ve olağanüstü tarım işletmelerini kaplayan «Kontluk» da, yabanıl soylu kişiler kendi yarattıkları bir ışıkta haber avlarına çıkıyorlar.

Hiç yorum yok: