GÖSTERİ
BU tuhaf kişiler çok kuvvetli. Bunlardan birçokları dünyanızı ele almışlar. Vicdanlarınızla o parlak yetilerini, deneylerini harekete geçirmek için ne bir gereksinme duyuyorlar, ne de acele etmeye kalkıyorlar. Ne olgun kişiler! Yaz gecesileyin şaşkın gözler, kırmızı, kara, üç renkli, altın yıldızlarla kemirilmiş çelik; yitik, kurşunluk, soluk, yangına uğramış yüzler; delişmen ses kısıklıkları! Yaman yürüyüşü düzme işlemelerin!
- Korkunç sesler ve kimi tehlikeli kaynaklarla donatılmış .
- Chérubin'e nasıl bakarlar ki? - bazı gençler var. Kılıkları şık, ama tiksinti verici, kirli kazançlar için kente gönderiliyorlar.
Ey çılgın şaklabanlığın o sonsuz korkunç cenneti! Fakirleriniğzle ya da o şaklabanlık oyunlarıyla karşılaştırmaya kalkmayın. Hazırlıksız giysileriyle, düşsü kötü bir zevkle tarih ya da dinler gibi hiç olmamış tinsel yarı - tanrıların, serserilerin o halk oyunlarını, tragedyalarını oynuyorlar. Çinliler, Hotantolular, Bohemyalılar, budalalar, sırtlanlar, Moloch'lar, eski bunamalar, uğursuz şeytanlar, halk oyunlarını, anaca oyunları hareketler, hayvanca sevecenliklerle karıştırıyorlar. Yeni oyunlar, içli şarkılar ortaya koyabilirler. Usta hokkabazlar onlar, yeri ve kişileri değiştiriyorlar, büyüleyici güldürüye katılıyorlar. Gözler tutuşuyor, kan türküler yakıyor, kemikler çoğalıyor, gözyaşları ve kırmızı akıntılar sızıyor. Alayları ya da ürküleri bir dakka ya da aylarca sürüyor.
Bir bende var bu yabanıl gösterinin anahtarı.
ESKİL
GÜZELİM oğlu Pan'ın! Çiçekçiler, yemişlerle çevrili alnın sıra gözlerin, o biricik yuvarlar, dönüp duruyor. Esmer bir tortuyla gölgeli yanakların çukur çukur. Pırıl pırıl dişlerin. Bir gitara benziyor göğsün, çınlamaları o sarışın kollarında akıp giden. İki cinsin birden uyuduğu karın boşluğunda küt küt atıyor yüreğin. Geceleri kalçalarını, önce birini, sonra ötekini, sonra da sol bacağını yavaş yavaş sallayarak, çık dolaş!
BEING BEAUTEOUS
BOYLU boslu, güzelim bir yaratık bir kar önünde durmuş.
Ölüm ıslıkları, boğuk ezgi çevreleri bu tapılası vücudu tıpkı bir hayalleyin yükseltiyor, yayıyor, titretiyor; kara, kızıl yaralar açılıyor alımlı tenlerde. Yaşamanın o özel renkleri, yapı yerinde. Görüntünün çevresinde kararıyor, dönüyor, dağılıp gidiyor. Ve sonra ürpermeler yükseliyor, gürlüyor, sonra ölüm ıslıklarını yüklenen oluşların ateşli tadı, sonra, ötemizde, dünyanın güzellik anamıza fırlattığı, o sağır edici ezgiler, - o geriliyor, sonra da dikiliyor. Oh! kemiklerimiz yepyeni bir sevdalı vücuda büründüler!
*
Ey o kül rengi yüz, kıldan arma, o billur kollar! Ağaçların, havanın arasından üzerine atılacağım top!
YOLA ÇIKMAK
YETER görülen. Karşılaşmadığı şey kalmadı görmenin. Yeter elde edilen. Akşamleyin, güneşli havalarda ve daima o uğultuları kentlerin.
Yeter tanıma. Molaları dirimin. - Ey uğultular ve Görmeler ey!
Yeni sevgide ve yeni gürültülerde, yola çıkmak!
KRALLIK
GÜZELİM bir sabah, çok sakin bir ulustan, anlı şanlı bir adamla bir kadın kentin alanında bağırıyorlardı: «Dostlarım, onun kraliçe olmasını istiyorum!» «Kraliçe olmak istiyorum ben!» Gülüyor ve titriyordu kadın. Dostlarına, tanrı esininden, çekilen felâketlerden söz ediyordu adam. Birbirlerine yaslanarak kendilerinden geçiyorlardı.
Gerçekten, evlerin üstünde lal rengi kakmaların yükseldiği bütün bir sabah, kral oldular, ve bütün bir öğleden sonra, palmiye bahçelerine doğru yürüyüp gittiler.
BİR AKLA
PARMAĞININ davula vurması nice sesler çıkarıyor ve nasıl yeni bir havadır başlıyor.
Bir adım atman, yeni insanların kalkıp yürümeye geçmesidir.
Başını şöyle çevirmen: yeni aşk! Döndürmen: - yeni aşk! «Zamandan başlayarak, değiştir yazgımızı, âfetleri yok et, diye türküler yakıyor bu çocuklar sana. «Bahtımızın, isteklerimizin cevherini yükselt nerelere olursa olsun», diye yalvarılıyor sana.
Sen ey o her yere gidecek olan, sonsuzluktan gelen.
İŞÇİLER
EY sıcak şubat sabahı. O vakitsiz güney ruzgârı, yoksul, uyumsuz "anılarımızı, o toy mutsuzluğumuzu ortaya seriverdi işte.
Henrika'nın geçen yüzyıldan kalma kareli, beyaz, koyu bir eteklikle, kordelâlı bir beresi ve ipek bir atkısı vardı. Bin kat daha üzüntülüydü bir yastan. Kentin dışında dolaşıyorduk. Hava kapalıydı, ve o güney rüzgârı olanca aşağılık kokusunu alevlendiriyordu yıkık bahçelerin, kurumuş çayırların.
Bu, beni yorduğu kadar karımı da yormamalıydı. Bana geçen ay su baskınından kalma oldukça yüksek bir keçi yolunda bir kaya yarığındaki minnacık balıkları gösterdi.
Kent duman ve fabrika gürültüleriyle, o yollarda, çok uzaklardan izliyordu bizi. Ey öteki dünya, göğün ve ağaçların gölgelediği kutlu barınak! Güney rüzgârı bana çocukluğumun o mutsuz olaylarını, umutsuzluklarımın yazını ve alınyazının benden daima uzaklaştırdığı o bir yığın korkunç gücü ve bilimi ansıtıyordu. Hayır! yalnızca o kimsesiz nişanlılara benzeyeceğimiz bu açgözlü memlekette yazı geçirmeyeceğiz. Sevgili bir hayali sürüsün istemiyorum artık bu sert kol.
KÖPRÜLER
BiLLÛR, kül rengi gökler. Tuhaf bir çizimi köprülerin, dik kimileri, kabarık, tümsekli kimileri, bazıları da dik olanların üstüne eğik açılar halinde iniyorlar, sonra da bütün bu biçimler kanalın aydınlık yakasında tekrarlanıyor, ama hepsi de öylesine uzun ve yeğni ki bu baştan başa kubbeli kıyılar sonra da alçalıp küçülüveriyorlar. Bazıları hala yıkıntılar içinde. Direkler, işaretler, dayanıksız korkuluklar taşıyor öbürlerini. Küçük payandalar çaprazlamasına geçip gidiyorlar; bentlerden ipler çıkıyor. Kırmızı bir giysi, belki de daha başka esvaplar ve çalgılar seçiliyor. Bütün bunlar halk türküleri, derebeylik çağı konserlerinden parçalar, eski halk ezgileri kalıntıları mı? Su kül rengi ve mavi, denizin bir kolu gibi de geniş.
Gökten düşen beyaz bir ışın, bu komedyaya son veriyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder